Ben Kimim ?
İnsanları hayatından hata yaptıkları için değil, umudun kalmadığı için çıkarırsın. Değişim cesaret ister! Ya korkularımız bize sahip olur ya da biz korkularımıza hükmederiz. Korkumu yenmiyorum ki. Savaşmıyorum çünkü. O zaman kaybederim. Korku insanı ayakta tutar. Eğer korkmazsak, insan kendini bırakır. Kontrolünü kaybeder. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek, dünyanın en büyük aptallığı. Güvenmek, kimin umurunda ki…
Herkesin senin hakkında bir fikri var. Tanımları, sıfatları, sözcükleri… Nasıl birisin, ne istiyorsun, neleri seversin, hayallerin nerede başlıyor, nerede bitiyor. Sen; birinin aşkısın, annenin kızı, babanın oğlu, başarılı, ezik, yetenekli, sünepe, güzel, çalışkan, merhametli, acımasız, kıskanç ya da sinsi. Başkalarının senin hakkında söylediklerini kendi gerçeğin sanabilirsin. Başkalarının hayallerini kendi hayallerin sandığın gibi. Gerçekte ne olduğunu sadece bir şekilde anlarsın: Seçim yapmak zorunda kaldığında. Ancak seçimlerin, sana ne olduğunu gösterir.
Herkes bilinmek ister. Bilinmek, görülmek, duyulmak, anlaşılmak. Her şeyi gören göz, kendini göremez. Kendini görmek için bir yansıma arar. Biri, bir şey karşımızda olmazsa, seslerimiz sonsuzlukta kaybolur gider. Hepimiz kim olduğumuzu, ne olduğumuzu anlamak için birini ararız. Eğer onu bulursanız bilin ki çok şanslısınız. Koluna yapışın ve sorun: Ben kimim?
Kim bir uçurumun kenarında açan menekşeyi alkışlar. Kim çok güzel doğdu diye ayı takdir eder. Ne menekşenin ne de ayın onaylanmaya ihtiyacı vardır. Biz kırda açan çiçek, gökteki ay değiliz. Bizi mağaradan çıkaran, uzaya gönderen ‘işini en iyi yap’ motivasyonu olamaz. Davut heykelini resmettiren, okyanusları aştıran, atomu parçalatan güç bilinme isteğidir. Herkes gizli bir hazinedir. Herkes bilinmek ister.
Doğruyu bilmek adına deneyimi feda etmek. Bilgi, korkak beyinlerde deneyimi öldüren bir zehir gibi yayılır, eğer sürekli bilgiye yönelik hareket etmeye önem verirsen asla özgürleşemezsin, özgürleşemezsen deneyimleyemezsin, deneyimlemezsen değişemezsin, değişemezsen asla senleşemezsin. Ama bilgi sürekli değişir ve ancak deneyim seni güncelleyebilir.
Tanrı, çatlama cesareti gösteren her tohumda, gördüğünün ötesini hissetmek için acıyı göze alan her ruhta, deneme cesareti gösteren her düşüncede var olur. Korkusuzca ve doğallıkla kendini deneyimler. Çatlama cesareti gösteren tohumlar adına. İlahi bir işarettir bu. Bir çağrı. Hayatın boyunca o anı hatırlarsın. O andan sonra hayatın eskisi gibi olmaz. Herkes keyfine bakarken biz nefesimiz kesilene, bitap düşene, bayılana kadar çalışırız. Uyumayız, yemeyiz, gezemeyiz, yaşamayız. Bedenimizi, ruhumuzu, hayatımızı tutkularımıza adarız. Biz verdikçe o ister. Bencildir, kavgacıdır, serttir. Kendinden başka hiçbir şey istemeyecek kadar da kıskançtır. Senden her şeyini ister. Emeğini, zamanını, enerjini. Sende kanının son damlasına kadar şehvetle, istekle verirsin. Her şeyi yaparsın. Bu acayip bir tutku. Bu fena halde hastalık. Mükemmeliyet, en iyi olma hastalığı, hata kabul etmeme, en iyisini başarma, dünyadaki her şeyin tadına bakma, her şeyden bilgi sahibi olma hastalığı. Oysa ki biz insanoğlu belli kurallar belli bedeller doğrultusunda yaratılmış bir beden, bir et yığını. Kimine göre maneviyat, kimine göre bilim…